Hamid

Hamid'i anlatmışım 2 önceki kayıtta.
O günün ertesi onu bulduk gidip büfesine. Elimizi sıktı. Biraz sohbet edelim diyoruz olamıyor, geleni gideni bitmiyor. Hot ha! hot! ötesine geçmiyor. Biletlerimizi aldık geldik. Halen konuşalım biraz, o kadar yardım etti derdindeyiz olamadı yine doğru düzgün. Yarın görüşürüz diye ayrıldık.Yarın gitme günü malum. Aslında akşam görüşeydik diyorum şimdi düşününce de..
Ertesi sabah vardık yine gara. Birge dedi ki bir hediye versek keşke..ne vericez ki! yanımızda birşey de yok. dedim telefonlarımızı verelim. gelirse istanbul'a arar belki. biz de onunla ilgileniriz, gezdiririz onu dedik.verdik apar topar otobüse koşarken. zeynep! dedi..hamid dedim çok sağol. istanbul'a gel bekleriz.ara gelince de emi.

FAS 26-27 Temmuz 2010 : Chefchaouen

Akdeniz gibi ama deniz yok. İki yamaca bembeyaz yerleşmiş evler. İçindeyken o beyazlar bir kireç mavisi oluyor ki görme. Yerler duvarlar mavi masmavi. Rüya.
Sabah yürüyoruz. Her yer bomboş. Endülüs Quarter'ındaymış kaldığımız yer neredeyse. Meydanlar var, yanlışlıkla içine düştük. Birinde rengarenk bir çeşme gördüm.
10'da garaja gittik CTM biletini almaya.Ertesi gün sabah için bilet aldık sonunda. Fes'e.
Meydan ve Garaj, sanki biri şehrin en alt diğeri de en üst noktasında. Ana meydanda çok fazla kafe var. Birinde oturduk. Şeker gibi bize bakan çocuk. Sürekli aynı şeyleri içiyoruz; cafe au lait-sütlü kahve, soda, hawai ve naneli çay.
Saatler geçiyor ve sadece orada oturup gelen geçene bakıyoruz.

Çamaşırhane: Dolaşırken şehrin kapılarından birine vardık. Yolun aşağısından nasıl bir ses geliyor; çoluk çocuk..Dupduru bir su akıyor köprünün üstündeyiz. Havuzcuklar yapmışlar, içinde yüzen çocuklar..bir atlayan bir daha atlıyor. İleride bir çatının altında dizi dizi kadınlar çamaşır yıkıyorlar. Yıkananlar yamaçlarda serilmiş kuruyor. Bütün kasaba boşalmış çamaşıra gitmiş sanki o kadar şenlikli..Birkaç saat sonra önümüzden geçerken gördük çamaşırdan gelenleri.

Yemek: Utana sıkıla( Fas'a gitmişsin 2. gününde Fas yemeği olmayan bir lokanta soruyorsun) sorduk; -böyle ne bileyim hamburger, pizza satan bir yer var mıdır acaba?-yeeaaa, of course..there is chez aziz down the gate there(ağır ingiliz aksanı lütfen!) delicious burgers(böögıııs) over there. bulduk yedik. çok kalabalık bu arada. öğlen yemeğinde pizza, akşam yemeğinde hamburger patates. Birge'nin iddiasına göre 45 baharattan yaptıkları ve herşeye kattıkları bir sos var. Bence baharatları tek tek katıyor da olabilirler. Neyse ondan koydurmamak için epey bir çaba sarfediliyor. - Hiç birşey koymayın- Hayır ondan koymayın -Hayır Hayır hiçbirşey olmasın salata da olmasın!
Chez Aziz: Bab El Ain'dan çıkıp sola doğru yolu takip edince solda.

Haşhaş: Sabah uyanır uyanmaz içmeye başlıyorlar. Söylediklerine göre ülkede turizmin korunması için buna pek karışılmıyor. Sabahtan öğlene kadar iyi de öğleden sonra akşama doğru sokaklarda yürünmez oluyor, oradan atlayan buradan atlayan; gözleri kayan bir sürü adam. Esnaf engelliyor, genelde savuşturuyor. Özellikle Endülüs Mahallesine bu saatlerde gitmenizi pek tavsiye etmem, zor çıktık.

Rüya derken.. bir köşeyi döndük yine döndüğümüz diğer onlarca köşe gibi ve yine rüyada gibi hisettiren maviliklerin içinde kalıveriyoruz. bu sefer bu çeşme geldi. öğlen olmaya yakın, bir ışık var üzerine yarım vurmuş sonra masmavi kubbecik o ışıkla erimiş gidiyor gibi. ona karışıvermiş..
rüya

FAS 25 Temmuz 2010 : Casablanca-Rabat-Chefchaouen

Sabah saat 3'te Casablanca Havaalanı'na indi uçak. Air Arabia.
Bir kadın var uçakta. 4 saatlik uçuşun 3 saatinde katıla katıla kahkaları çınladı kulaklarımda..3 saatin sonunda uyumak için yüksek sesle İbrahim Tatlıses kıvamında şarkı açtı kendine ve yanındaki iki ahbabına.
Casablanca havaalanı Fransa'nın pisliğini ve kokusunu hatırlatıyor. Havaalanı dediğin steril olur dedi Birge, burada tuvaletler böyleyse, yandık!
İlk tren 06:00'da onu bekliyoruz. İçeride sigara içilebiliyor. Herşey o kadar pis görünüyor ki...Yerleri bir adam temizliyor, İzmaritleri toplamakta. İzliyoruz. Kahkaha kadını da hemen yan masada.
Az kaldı tren kaçıyordu. Saat farkını 3 sanıyorduk meğer 2 imiş. Yarım yamalak Fransızcayla Rabat'a tren bileti aldık, 10 dakika vardı kalkmasına, koşaraktan bindik trene. 2. sınıf. "premier classe s'il vous plait!" demeyi atlamışız ne yazık ki. Casablanca Casa Voyageur tren istasyonuna gidiliyor. Oradan tren değiştirip Rabat'a.
birge çekti.
Rabat malum başkenti. Babam Rabat'a gidin canım başkenti görmeden gelinir mi demişti. Birge de istedi. Gittik.
Eşyaları bir otele bıraktık. Tabii ki para karşılığı ne sandın? 2 euros each.
Sabahın 8'inde kendini Tahtakale'de hayal et. Öyle işte. İn Cin top oynamakta. Dükkanların 20'de biri desem açık. Yürüyoruz. Eski şehir Endülüs duvarı ile çevrili. Koyu sarı bir rengi var duvarın oldukça alçak.
Bu da Lonely Planet'in resimsiz rehber kitaplarına döndü ancak sonra olanı başta diyivereyim; gezinin bu ilk 3 gününe ait fotograflarımı barındıran 2Gb lık hafıza kartımı dönüş yolunda trende düşürmüş bulunmaktayım..ve evet kahroldum.
Bir duvarın içine bir duvarın dışına çıkaraktan sonunda kaleye ulaşmaya çalışıyoruz. Yolda rehberdeki pasajlardan geçtik. papatyalardan oluşan demir kemerler kemerler tepede. üstü kapalı pasaj-çarşı-Rue des Consuls
Kale kapalı. Aynı renkte duvarları var. Bize doğru yürüyen adamlar var. Korkup kendimizi duvarın bizden tarafındaki bir açıklıktan içeri attık. Endülüs Bahçeleri'ne düşmüşüz. Bahçeler çok güzel ve huzurlu. Oturduk elimizde kalan ikinci parti(kahvaltı niyetine fügen teyze istanbul'da hazırlayıp vermişti. İlk parti akşam yemeği içindi.) kaşarlı sandviçleri yemeye başladık, güvenlik görevlilerinin hemen yanıbaşında.
Sonra hemen bahçeden girilen müze açıldı: Museé des Oudaia. 17. yüzyılda Molla İsmail'in yaptırdığı bir saray. Kale içinde sayılıyor.
Oradan masmavi oturaklı ve boğuk hava altından denize bakan kahvenin içinden masmavi boyalı kaleiçine girdik.
Çok bakımlı. Müze gibi korunmuş. Öyle de bir doğal olmayan hali var. Arada turistler çıkıyor karşımıza. Genelde ıssız. Saat hala 10 olmadı sanırım.
Yürüyoruz. Denize bakan büyük terasa geldik. Brezilya gibi. Brezilya olsa olsa böyle olurdu herhalde yani. Hava basık ve puslu, deniz sakin ve yeşile yakın bir renkte, kumsal ıslak kum rengi ve geniş ve insan dolu. Bizden tarafa olan kısmı ayakla çizilerek bölünmüş alanlar, içinde top oynayanlar. Gerçek dışı herşey.
Çıktık. Hasan Kulesini görmeye gidiyoruz. Çok büyük ve bitirilmemiş bir caminin kolonları ve minaresinin kalıntıları. 800 yıldır oradaymış. Oracıkta bir de Kral Muhammed V'in mozolesi vardı. Sonradan o olduğunu anladık aslında. Şu anda kralları genç Muhammed VI. Dikdörtgen prizma , orta kottan bir balkona giriyorsunuz, alt kotta mozole var.
Chefchaouen'e gitmek için yola çıkıyoruz. Otelden arattık CTM firmasında yer kalmamış. Yerel başka otobüslerle gidersiniz canım ne varki dedi adam. Yani türkçe olsa bu tonda olurdu.
Garaja gittik. Urfadaki garaj gibi. Herkes heryerden sözle çekiştirme durumunda. Biz de çok kararlıyız ya kimseye papuç bırakmadan sanki kırk yıldır o garaja gelip aynı otobüse biner gibi kararlı karalı yazıhanelere ilerliyoruz. Sonra adamın biri neresi diye yolumuzu kesti artık dedik Chefchaouen. Dedi arkada kaldı bak git orda! Hmm..sağol! Aldık bileti beklemedeyiz. Kafede oturduk. Bir Havaian daha içildi. Havaian tropik meyveli gazsız bir içecek. The Coca Cola Company ürünü olduğunu sonradan farkettik ki hayat kurtarıcı. Çubuk krakerler yenildi.
Vakit geldi gittik. Adam ben size 45'te gelin demedim mi bayan! edasıyle bizi savuşturdu. 1:45'te tekrar gittik bizi otobüse yolladı. Hayatımda böyle bir otobüse binmedim. Bu kadar hurdaya çıkmış, bu kadar pis...Kadifa koltuğun üzerinde pislik siyah bir plastik katman oluşturmuştu. Kapı kapanmıyor. Havalandırma pis bir pet şişe ile sıkıştırılmış. Perde yüzüme gözüme çarpmasın, düğümleyip açık camdan dışarı doğru bıraktım. Sözle tarif edemiyorum, fotografı da malum kayıp. Çat pat Fransızcamla dedim kaç saat sürüyor. Sekiz. Ne! Ayağa fırladım. Bu otobüste 8 saat gidemeyiz Birge! Şöföre sorayım. Aynı cevap. Yapacak hiç birşey yok. Rabat'ta da kalamayız. Biz 4 saat diye bindik. Sonra arkadaki kadının sanki 20 dediğini hatırlar gibi oldum. Fransızcada kaç saatte gider ile saat kaçta varırı karıştırıyordum bir aralar. Kafamı topladım dedim saat kaçta varacak? Kadın oh be dedi işte 20'de varacak! sonunda anladınız, içten içe endişeliymiş kadın anlamış yanlış anladığımızı. Biz bir sevindirik olduk 8 saatlik yolumuz 6'ya düşmüş ne mutlu! Berbat bir yolculuktu. Digor'daki kadar pis olmasın bir tuvalete girdik yine efsanelerden! Her noktam sırılsıklam, midem bulanıyor aklımda Çölde Çay filminde adamın midesi bulanarak öldüğü sahne. Tek kelime konuşamıyorum. Birge çok dirayetli.
Sonunda akşam tam 8'de vardık. Yol boyunca alınan başlıca karar: Ertesi gün Fes'e kaç para olursa olsun Grand Taxi ile gidilecek. En kötü ihtimal bir gece daha kalınıp ertesi gün CTM ile gidilecek. Bir daha asla, asla ve asla ve ne kadar asla desem yetmez, bu ve benzeri bir otobüse binilmeyecek!
Pazar akşam 8'de Chefchaouen Garajında CTM ofisindeki adamı bekliyoruz. Bankta oturmuş kurbanlık koyun gibi, tabir caizse. Bir adam bizle konuşuyor sonra baktım gözler kayıyor, focus zor. Hamid, Melek gibi geldi. Hamid büfeci. Arada çıkıp kontrol ediyor. Gözgöze geliyoruz, anladı ürktüğümüzü başıyla birşey yapmaz işareti yaptı. İnsanı rahatlatıyor. Hamid.
Arattık ona ertesi akşama CTM'de yer yokmuş. Yarın sabah gelin dedi buraya hallederiz. Taksi var mı madem, şehre çıkalım artık dedik. Durun ben de çıkıyorum birlikte gidelim dedi.
Hamid, bembeyaz tenli, saçları kaşları siyah. üzerinde Barcelona forması vardı, kargo pantolon. O üzerindekiler var ya, o bile bir güven yaratıyor. Değişti gömleğini giymiş, ayağına da turistlerin giydiği sandaletlerden terlikleri yerine. Yürüdük. Hot ha! Hot! Yes..hot..
Aradı taradı Riad Baraka'yı buldu. Herkes selam vermede. Naber Hamid! Herkesi tanıyor. Adımı sordu. Zeynep. Pek seviniyorlar adımı duyunca. O da sevindi.
Uzun uğraşlar sonunda Riad Baraka bulundu. Süper ingilizcesiyle bir adam açtı bizi buyur etti. Gözlerim yaşardı, inanamıyorum ingilizce konuşuyorsunuz! adam İngilizmiş.
Riadlar eski taş evler. Hepsi avlulu. Şu sıralar restore edilip pansiyon veya otel olarak kullanılıyorlar. Fas'ta oldukça fazla var bu riadlardan.
Riad Baraka'yı iki kardeş işletiyor. Joe, 15 sene boyunca Chefchaouen'e gidip gelmiş yazları. Nihayet bu riadı almış ve ailesiyle temelli yerleşmiş.
Riad'ı gezdirdi, odamızı gösterdi. Açtık, bizi hemen dükkanın yakınındaki Assana Restoran'a götürdü bıraktı.
Kuskus ve Tajin esas yemekleri. Kuskus haşlanmış safranlı ince bulgur üzerine tavuk veya sebzeli oluyor. Tajin de ortasında pişmiş yumurta olan köfteli salçalı bir yemek. Ben sebzeli kuskus yedim Birge tajin denedi. Yemekler bitemiyor, neden bilmiyorum.
Meydana çıkıp gezecektik..ama midem sürekli bulanıyor. Heyecan bulantısı gibi. Riad'a döndük. Yattık.


Here is some useful up-to-date (Summer 2010) travel information about Morocco:
We arrived in Casablanca Mohammad V Airport. We bought a ticket for Rabat. The ticket costs 75 Dh, which is like 7.5 Euros. The website for the ONCF trains is up-to-date and has correct information: http://oncf.ma/
We changed trains at Casa Voyegeur train station(Casablanca). It took us like an hour ride from Casa to Rabat. We were planning to arrive to Chefchaouen the same day.
If you are planning to go to Chefchaouen from any city in Morocco use only the CTM bus company. Do not EVER EVER use any other local bus company. Actually I wouldn't use it in any circumstance from/to anywhere in Morocco. If it is possible try to travel by train. If the train is an overnight one especially buy the first class ticket. You will have an assigned seat in the first class compartments while you will not in the second class and the compartment can get really full, people even sit on the corridors.
We tried to take a local bus from the local bus terminal in Rabat to Chefchaouen. Payed 70 Dh(7 Euros) each.The bus left Rabat at almost 2 p.m. and arrived in Chefchaouen at 8 p.m. It was very very hot, we were sweating all around, the dirt on the seat looked like a black plastic sheet and this is not the whole thing. So try to reserve in advance and use only and only CTM busses, if you have to.
In Chefchaouen we stayed at the Riad Baraka. Very nice people, family managing the hotel. After spending a week in different cities, so different Riads in Morocco, I would definitely say these people deserve a good praise. The location is great too.
Check the website: http://riad-baraka.com/
If you would like to have Moroccan dinner the Assana Restaurant, which is almost right outside the Riad is a good place. Local people also eat there. Joe showed us the place. If you are not interested in Moroccan food Chez Aziz offers a good range of pizzas and burgers-also suggested by Trevor, who is Joe's brother.


dilovası


nereye gidiyorsunuz? dilovası'na. ayyy! ne işiniz var orda! ilk tepki. ya da aferin size çocuklar! ikincisi tercihimiz.
dilovası, izmit'le gebze arasında, gebze'ye yaklaşık 5-10 dk mesafede. istanbul'dan izmit'e giderken gebze'den sonra bir yokuş başlar. orada otobanda kaptırmış aşağı doğru giderken bir sürü fabrikanın ve genelde puslu havanın arasından süzülür geçiverirdim. herkes gibi.
sonra bir gün durmaya karar verdik.
havayı tahmin bile edemezdim. soluk almak çok zor. ciğerlerime dolan şeyin ne olduğu konusu kafamı karıştırıyor. abartmıyorum. arabadan inmeden bilinecek gibi değilmiş. işin fenası çocuklar var etrafımızda. onlara soruyorum nasıl duruyorsunuz bu havada, bu kokuda diye. ne kokusu abla diyorlar.
şehir de puslu. hava hep böyle. herşey o kadar solgun ki fotoğrafları görünce ki solgunluğa inanamadım.
genzim yandı artık. dayanamadım. ayıp artık o kadar çocuğun soluduğu havayı eşarbın ardından solumak.

çerçili hüseyin

çerçili hüseyin derler, nurul.

ev

yıllardır orada.

dükkan


soğuk bir gün. dükkandaki sobanın dibinde mayışadur.
çerçili hüseyin o, bir de zelal. her allahın günü orada otururmuş dersin.
akide şekeri ver bakıyim kadir ağa..bi şeker vermedin yahu..al al bunlardan al..kızlara vermiyorsun ha..bakın vermiyo bu deden böyledir senin..onlar beğenmez bu şekerleri...

mesudiye 06-07 mart 2010


melet çayı akar, kıyısında mesudiye. ordu'ya bağlı ama karadeniz zannedilmesin, sivas tarafında kalıyor. dağların deniz tarafında değil arkasında.
annem de babam da oralı. ben de sonunda. çok kişi kalmadı. annanem ve dedem merkezdeler. dedemin bakkalı var yıllardır. önceden terziymiş. diğer dedem de yazdan yaza köye gider.
mesudiyeyi ben insanıyla bilirim. var bir mesudiyeli tipi kafamda ondan öte bir de arada bir özlemle anılan ve uzaklaşmak için uygun bulunan sakin bir yer.
çok bakmamışım etrafıma ya da etrafa bakmaya başladığım zamanlarda hiç gitmemişim. bu sefer baktım.
bir kilise varmış. rumlardan. "gavurlar kovulmuş burdan kilise kalmış işte". derler ki mesudiye'de ne var işte çukurun dibi bir yer. yıllardır az çok böyle bildim.
kilisenin etrafı hımış evlerle çevrilmişmiş. kilise ahşap taşıyıcılı ve çatılıymış, yığma dış duvarının içinde. ahşap kemerlerin bir kısmı kalmış hala. taşıyıcı kütükler de durmakta üzerlerine sarılmış dekoratif ahşap çıtalarıyla.

dara'da




dara
-abla hoş geldiniz! isminiz ne?-zeynep -benim de şilan. tanıştığımıza memnun oldum.-isminiz ne abla? -zeynep - benim de nazlı.tanıştığımıza memnun oldum. -hoşgeldiniz abla!isminiz ne?...

sabahleyin

sabah erken uyandım. ova görünüyor pencereden, pusluydu göremedim dün. baktım. sonra bakakaldım. ovanın bu kadar yeşil olduğunu görmemiştim daha önce. bir koşu çıktım otelden. terasa.
bakmaya doyamadım.

ismet teyze derlermiş


teyze gelirim seni görmeye.

19.02.2010 Mardin'den ilk canlı yayın

bu sefer fotoğraf makinem yok. ellerim ceplerimde.
her seferinde farklı olduğunu anladım yine. her görüşümde yeniden şaşırıp kalıyorum.
mezarlık tepesinin altındaki kilisenin yanına kadar indim. oradan gormemiştim mezopotamyayı hiç. kayalıkları da görmemişim daha önce. bir sürü kaya unufak olmuş yayılıvermiş. ova yeşil.ova yeşil olunca göğün rengi de bir farklı geliyormuş gözüme. kilise de başka göründü. hep gidip bakardım aslında yukarılardan sadece önde kilise ve ardındaki uçsuz bucaksız ovaya bakardım. seviyorum onu orada yalnız.

bugün onu apayrı gördüm. her zamankinden büyük ve arkadaki ovaya yüz vermiyor. hayret ki ne hayret. meğer hikmet arkanın yeşilindeymiş bu sefer ya da sarısında önceleri. sapsarıya kesmiş ovanın önünde durunca kaynayıveriyormuş arkaya onunla bir oluyormuş da yeşil oluverince arkası daha bir ayrı görünüyormuş.

26 Ağustos 2009 Uzungöl-Sümela-Trabzon

Sabah çok çok erkenden kalkıp uzungöl'ün etrafında bir tur attık en erken otobüse yetişebilmek için.
çok yukarıda olduğunu hissetmiyorsun ayder'deki veya şavşat'taki gibi değil. etrafı dağlarla çevrili ondan olabilir, kısılmış gibi hissettim.
etraftaki evler yol boyunca gördüklerimiz gibi. ahşap. düşünüyorum hiç etkilenmemişim uzungöl'den. ne kadar zorlasam da olmuyor. o yüzden kısa geçiyorum.

trabzon arabasına bindik. trabzon'da eşyaları uzungöl arabalarının yazıhanesine bıraktık ve sümela arabasının kalkmasını bekliyoruz. şöför ordu'lu olduğumu öğrendi. 'ordu'nun dereleri' al bak bu güzel ekmek ye ye çekinme! 'ordu'nun dereleri' bak köprüyü gördün mü...
şehirden güney'e doğru yine yükselmeye başladıkça içim yine bir rahatladı. onu farkettim ki her ne zaman sahile yani şehir merkezlerine insek bir bunalım, sıkıntı çöküyor. yukarılarda bir iç ferahlığı. inmemek lazım. inince de hemen çıkmak.
sümela yolu ormanlık yine ve sürekli yükseliyoruz. hayatımda toplam dinlediğimden fazla karadeniz müziği dinledim şu karadeniz'e ayak bastığımız 5 gün içinde.bir çağlayan başında mola verdi. sonra sümela uzaktan göründü. orada da duruyor. bir foto için. fotolar bir yandan son derece standart oluyor herkes arabayla ve herkes aynı noktalardan durup bakıyor.

vardık sümelaya. yokuş yukarı patikadan çıkılıyor yürüyerek az biraz.orda burda durarak çıktığımızdan kaç dk sürdü bilmiyorum ondan az biraz demeyi tercih ediyorum.
sümela'da beni en çok o çoktandır orda burda dağ yamacından bakan yüzünü gördüğüm kocaman duvarın ardında, dağ ile arasında kalan yerde bir anda mini mini minyatür yapıcıkları görmek oldu. paramparça. o heybetin ardına son derece sıcak ve dağınık bir yerleşim sığınmış.
kilise var. kayaya oyulmuş, her baktığım yerde resimli bir tasvir. altta bir kısım fotoğrafları var.

yola geri koyulduk. yol saatler sürsün istiyorum. yeniden şehre dönüyor olmak, aşağılara inmek canımı sıkıyor. yüzüm düştü yine. yolda birge sürekli telefon görüşmelerinde. KTÜ'nün tesislerini ayarlamaya çalışıyorlar elif'le. elif aradı ayarlanmış. cafer bey arayacakmış, bizi alacakmış.peki.
cafer bey ile sümela arabalarının son durağında buluşuldu.genç birini bekliyordum, rektörün şöförü olabilir. bizi otele götürecek. cafer bey 60 yaşlarında. mercedes vitosuyla aldı bizi. atölyesine götürdü. çocuklarından ikisiyle tanıştırdı. ben misafir çok severim. şimdi sizi gezdireyim sonra da iftara bizim köydeki eve gideriz. olur. da elif'i ve babasını da pek tanımıyorsanız bizim sizin arabanızda ne işimiz var nasıl oldu da buluştuk pek anlayamadık. sonra anlaşılır ki elif yanlış cafer'i arar ve bizim cafer bey'in kendisi ve ailesiyle günü ve geceyi geçirmemizle sonuçlanan olaylar tetiklenir. o anlamış da bozuntuya vermemiş öyle der kendileri.

evleri tepede. çok büyük bahçeleri var.

akşam KTÜ'nün tesislerine nihayet vardığımızda bugün de başımıza gelmiş olanlara şaşkın, ve dalgın ama huzurlu denize karşı birer türk kahvesi içtik.sadece birge ve ben, sonunda kimse yok yanımızda. artık yarınki uçağa kadar bir kişiyle daha tanışmasam muhteşem olacak:)